24 Ağustos 2005

Bebeğim hasta

Ve zaten hassasım olabildiğine, Çiğdem'in foruma koyduğu yazıyı paylaşmak istedim:
Dokuz ay taşırız karnımızda, mide bulantılarının, bel ağrılarının, ağzımıza aylarca yapışıp kalan metal tadının ve daha nice sıkıntıların eşliğinde. Veda ederiz sevdiğimiz bazı yiyeceklere ve bütün giyeceklere. Ara veririz aktivitelerimize, keyf aldığımız, hırsımızı çıkartığımız, üzüntümüzü azalttığımızı sandığımız sigaramıza, balıkla içtiğimiz beyaz şarabımıza. Bir zaman gelir ki, bırakın kendi başımıza çorap giymeyi, koltuktan bile kalkamaz hale geliriz. Yinede direniriz annelik dürtüleri ile bize karşı koyan herşeye. Bazımızın dökülür o sırma saçları, her tarayışımızda görmezden geliriz, lavobunun boşluğuna yığılan telleri. Annelik en başından itibaren, fedakarlık etmeyi, direnmeyi, göze almayı ve dayanıklı olmayı gerektirir. Herşeyi göze almışızdır. Onlar gelirken kollarımıza, bir takım zorlukları da kendileri ile getirirler, farkına varmadan. İlk zamanlar uyumakta direnirler küçücük bedenleri ile. Bir gece boyunca yirmikez kalkarak, yada bütün bir gece emzirerek, ederiz sabahı. Emmeyi beceremezler, yardımız olmadan. Doyuramayız bir türlü. Büyüdükçe, farklı gıdalara geçiş sorunu başlar. İşte en zorlarından, ya da bizi en çok endişeye düşüren de budur. İsteriz ki her türlü gıdayı alsın, ama onlar bildiklerinden şaşmazlar. Sonra kıyafet sorunu başlar. Özellikle kız çocuklarında vahim boyuttadır. Yazın kazak, kışın askılı elbise giyme konusunda ısrarcıdırlar. Bazen çaresiz kalır, teslim oluruz. Askılı elbisesinin üzerine giydiği kazakla, yine de zafere imza atmış olmaktan memnun mesut gezinirler. Ardından yuva, hemen ardından da okul problemi baş gösterir. İlkin yuva arayışları ile dolar haftalarımız. Yuvanın fiziki şartları, yemek listesi, öğretmenleri daha sonra da fiyatı meşgul eder hafızamızı. İlk okulu en önemlisidir. Nerede iyi eğitim alacağı en önemli sorunumuz olur hayatımızda. Okulun uzaklığını, ne kadar erken kalkacağını dahi hesaba katmadan, en iyisine yollamaktır tüm çabamız. Büyürler usul usul, mutlulukların, yeni gelişimlerin, yorgunlukların ve olmasını asla dilemediğimiz hastalıkların ve kazaların eşliğinde. Onlar büyürken ne kadar yorulduğumuzu farketmeyiz ilkin. Gücümüzü, enerjimizi onlar için harcarken, kendimize hiç bir şey bırakmadığımızı önemsemeyiz nedense. Yeni yaşlarıyla birlikte, yeni okullarda geçer yıllarımız. Onlar önde bizler gerisinde koşturup dururuz çocuklarımızın ardından. Yakınmayız hiç, bir "öff" bile demek geçmez aklımızdan. Çünkü onlar bizim parçamızdır. Bebekken onlara bir kez yapılan aşı, bin kez bizim yüreğimize saplanır. İshalken defalarca çıkardığı kakaların hesabını tutarız üzüntüyle. Kabızken kakasını yapamadığı için kahrolur bütün bedenimiz. Düşünce atılırız tıpkı bir kaplan gibi. Yakalayamamanın verdiği kızgınlıkla, canımız yanar onunla birlikte. Her öğrendiği sayıda, her bildiği renkle onunla birlikte çoşarız. Hissederiz yana dönerken, kirpiği kıpırdarken. Biz üşüdük mü sararız onuda, acıktık mı doyururuz kendimizden önce. Kaç dilim şeftali yediği, kaç adet üzüm tanesi yediği, kaç köfte ile doyduğu, kaç cm uzadığı ve kaç gram aldığı matematik zekamızı geliştirir farkına varmadan. Ibufen'ın, Calpol'un, Sudafed'in, Clarityn'in, Actifed'in, Zinco-C'nin, Ventolin'in, Mukoral'ın ve bunun gibi pek çok ilacın prospektüslerini ezbere bilir, bütün dolaplarımızı bunlarla doldururuz, hastalanmamaları için ettiğimiz dualarla. İlk adım attığı günü, ilk anne dediği günü, ilk çorbasını, ilk ayakkabısının alındığı zamanı, ilk emziği eliyle aldığı günleri saati ile tarihi ile kazırız belleklerimize. Çocuklu olmak çok şey katmıştır hayatımıza, biz farkına varmadan. Daha kolay iletişim kurabilen, her çocuğa sevgi duyumsayan, daha duyarlı insanlar olmuşuzdur ama bir o kadar da yorgun... "Beni seviyorsan ye", "Benim üzülmemi istemiyorsan onu yapma" gibi ruhunu ve yüreğini ele geçiren, sömüren söylemler yaratıp, kendi arzusu ile yapmış gibi zevkleniriz. Bazen kızarız, niye bu kadar babasına benzedi diye. Sonra teselli ederiz kendimizi, parmakları bana benziyor diye. Kıskanırız ölesiye, başkasının kucağındayken. Sakınırız herkesten. En çok beni sevsin isteriz. Ailenin başka bir bireyine gönderdiği gülücüğü, yarı yolda yakalayıp, alıveririz bencilce. Reddederiz yaşanmış deneyimlerin tekrarını, tecrübelerin ulaşacağı doğru hedefi. İlkin kendi deneyimizi koyarız ortaya, büyüklerin söylediklerini kulak arkası yaparak. Sonra aklımız başımıza gelir uygularken. Ama bir kez bile annemize yada kayınvalidemize "haklıymışsınız" demek için girişimde bulunmayız. Annemizin kucağındayken, ona sevgi gösterilirinde bulunurken çok hoşumuza gider, gözlerimiz ışıldar. Kayınvalidemize gösterdiği ilgi paralar bizi, saklayamadığımız kıskançlıkların gölgesinde. Kimi zaman, sözümüzün geçmediği, sabrımızın sığmadığı durumlarda, hayali yaratıklar üretiriz. Minik yüreğine saldığımız o dev canavarla bırakırız başbaşa, onu nasıl savacağını öğretmeden. Pişmanlıklar yaşarız; sesimizi bir oktav yükselttiğimiz, gereksiz tepki verdiğimiz, duymazlıktan geldiğimiz, dibinin tutmasından korktuğunuz pilav yüzünden yaptığı kuleye bakmaya gidemediğimiz için. Yürümeyi dahi beceremezken, salıncaktaki yükselişine, bisikletteki manevrasına bakarak böbürlenirken, gözlerimiz yaşarır. En çok beni sevsin ister, ardından nefes alamıyorum, hiç kendime ayıracak vaktim yok diye sitem ederiz eşlerimize. Salonda babası ile cilveleşme seslerini duyunca, kenara itilmiş duygusuyla ezilir yüreğimiz. Tepkilerimizin ve onaylarımızın, kabul görmüş klasik terbiye stiline göre değil de, ruh halimize uygun olarak arada bir sapmasına aldırmayız bazı anlar. Bizim küçüklüğümüzde, bize ulaşılmaz bir hayal olarak kalmış bir eylemi ya da herhangi bir şeyi hakkımız olduğunu sanarak, bekleriz ondan. İsteyip istemediğine aldırmadan, onuda yapsın bunu da yapsın isteriz. Yapmak istemeyince de şaşkınlıktan ve hayretlere gark olmuş bir vaziyette söyleniriz "bana bu olanak sağlansaydı..", "keşke benim annemde/ailemde bu kadar global (!) düşünseydi" gibi cümleler düzeriz ard ardına. Daha ana okul çağındaki çocuğumuza bakarken, torunlarımızın hayalini kurarız gülümseyerek. Niye mi böyleyiz ?! ÇÜNKÜ HEPİMİZ MASUM BİRER ANNEYİZ....

23 Ağustos 2005

KIZIMIN ANNESİNE İLK YAZILARI :D


Canım bebeğim internet harika bir şey ama bir yandan ekranın öbür ucundaki sana dokunamamak, o güzel kokunu şööyle tüm hücrelerime çekene kadar koklayamamak ayrı bir dert, olsun varsın, sen yeter ki bana hep böyle gül, hep böyle mutlu ve de sağlıklı ol yeter ki, di mi birtanem?
ANNEN SENİ ÇOK SEVİYOR...
iŞTE ANNENE GÖNDERDİĞİN İLK MESAJLARIN:
dnnnnnnnnn ç
gevrek09@hotmail.com:
m
gevrek09@hotmail.com:
SUDE&ALİYE:
kurtlar kaynıyor gene di mi kızım?
SUDE&ALİYE göz kırpması:
"Snowboard Yapan Kız" Oynat
gevrek09@hotmail.com:
üüloooooooooooooooooooooooooo

ooooooooooooooooooooooooooooo
ooooooooooooooooooooooooooooo
oooooooooooo k*ğo
gevrek09@hotmail.com:
çmçj
gevrek09@hotmail.com:
hhü,b
gevrek09@hotmail.com:
vbunları s
gevrek09@hotmail.com:
sude yazıyo
gevrek09@hotmail.com:
üülibvg ,
gevrek09@hotmail.com:
. .l . loşök
SUDE&ALİYE:
kaydediyorum birtanem
gevrek09@hotmail.com:
k,
Ö

18 Ağustos 2005

Günaydınlar!!!


Bebeğim dün sana resmen uçarak geldim, ayakkabını giymek üzereydin ki beni görünce gülüşün, sabırsızlığın ve kedini gördüğün anda anneni unutup işaret etmen... her şey mükemmel seninle, umarım hep böyle mutlu ve sağlıklı olursun bir tanem. Babaannenin terasında afiyetle salkımından kendin kopararak yediğin üzümlerin fotosunu en yakın zamanda çekmem gerekecek sanırım.
Dün akşam yemeği sıralarında epeyce huzursuzlaşarak mızmızlanınca kucağıma alıp dışarıya çıktık, kediciklerin peşinde koşturduk, 3 nesil kedi ailesi var Mualla Teyzelerin evinde, anneanne Gülsüm, anne Bediş ve minik kedimiz, miniğin adını hatırlayamadım şimdi... O da senin gibi annesinin etrafında oradan oraya koştururken bir yandan merakla keşiflere dalan bir surattı... Zorla eve girip "Bak bebeğim şimdi gezmeye gidiyoruz ama önce yemek yiyeceğiz" dediğimde etrafına kocaman bir örtü serip önüne de Semra Yenge'nin yaptığı domatesli bulgur pilavını koyduğumda sen pilavı örtüye yedirirken ben de sana çok şükür 1 kase zeytinyağlı bamya yemeğini yedirebildim, afiyet olsun bal şeker, sağlık olsun kızıma, akıl olsun...
Daha sonra da parka gittik, orada yine salındın podyumda gezinir gibi, herkesin ilgisini çekerek ama kendi havanda, müzik eşliğinde belini kıvırtmalar, el çırpıp dans etmeler, zıplamalar :D

Veeee yorulup da kucağıma geldiğin an en güzeliydi, bana parmağınla "aaaa" diyerek işaret ettin aydedeyi, aydedeyi beraber avucumuzun içine alıp O'na şarkılar söyledik, O'nu okşadık, sonra tekrar yerine gönderip ipek saçlarını okşamaya başladım iyice yanıma çekip sıkı sıkı sarılarak kucağımda, ve bebeğim ööyle gözlerini yavaş yavaş kapayarak uyudun annenin kucağında...

SENİ ÇOK SEVİYORUM ve sana yine sonsuz kere teşekkürlerimi sunuyorum bir tanem yaşattığın tüm güzellikler için.

17 Ağustos 2005

BABABİİİ!!!!


Hepinize kızımla benden bababi (=merhaba)...
Teletubbies sefalarımızda fark ettim sonunda kızımın dilinden düşmeyen bababiii lafının ne demek olduğunu, merhaba diyor bebeğim sevdiklerine, ne mutlu bana...
Dün de bir ilk yaşadık prensesimle, hemen anlatayım: Bir akrabamız rahatsızlanmıştı tatil dönüşü sıkıntımız işte, çok şükür sağlığı yerine gelmeye başladı, oraya gittiğimizde ziyaretlerine bir aile geldi, 3 aylık bir de bebekleri vardı, Sudecim bebeği görünce öyle içten sarıldı ki görecektiniz, "hiiiii!!!" ,"ayyyyy" diye diye minik parmaklarıyla severek bir yandan sarılıp kucaklaması beni acaip mutlu etti, gözlerinden hep böyle sevgi aksın bebeğim, beni yine yeniden gururlandırdın pamuk prensesim, seni çok seviyorum...

Yandaki resimde bebeğim, Evrimimin düğününde sigara böreklerine saldırmak üzereyken görülüyor. Ellerini avuçlaması ve bakışları çok hoşumuza gitmişti babasıyla, her bakışımızda hayran kalıyoruz miniğime...
Dün de annemlerim bahçe evine gittik, Karabaş ve Duman'ı bir yandan sevip bir yandan "diiit diiit" (=git) diye azarlaması ve ızgara balıkları mideye indirmesi, Türk kahvelerimize saldırması, dayısı Burak ile yumruk yumruğa oynayıp karşılıklı kahkahaları savurmaları... Bebekli çoğu evde oluyordur bu anlattıklarım, miniğim şımarıyor ve onu hayran hayran yılları devirmiş bir sürü yetişkin sevgiyle ve yerinde olmayı imrenerek izliyor...
Seni seviyorum pamuk prensesim, çakır zeytinim...

16 Ağustos 2005

FOTOLARIMIZA DEVAM EDELİM Mİ?



Kaldığımız otelde bayraklara saldırıp resepsiyondan Türk bayrağını asılınca acilen bir Migros'a gidilir ve bayrak satın alınır. :D










İşte düğün gecesi frikikli pozumuz: (Kızım ileride bana kızma bunun için olur mu?)

TATİL DÖNÜŞÜ


Hepinize merhabalar prensesimle benden, bize o kadar kısa gelen bir tatildi ki... Ama bir o kadar da üzücü bir olayla biten, bir yakınımızı neredeyse bir hiç uğruna kaybediyorduk ki çok şükür şu anda her şey yoluna girmeye başladı. Önce sağlık arkasındna mutluluk ve huzuru getirmek bizlerin elinde.
Tatile çıktık bebeğimle, Eskişehir'de en yakın arkadaşlarımdan Evrimimin düğünü için yollara düştük. Bebeğim herkesin gözdesi oldu, bizi hiç üzmedi, tatlı prensesim tekrar söyleyeyim: SENİNLE GURUR DUYUYORUM BİR TANEM!
Çok güzel pozları ve de frikikleri var prensesim paylaşacağım sizlerle...
Ardından Bodrum'a gittik ve de döndük...
Ama kızımın kokusu hala burnumda. En güzeli sabah beraber uyanmamız ve sarılmalarımız, oyunlarımızda kahkahalarımız, Teletubbiesleri izleyip bababiiii diye bağırışlarımız, çığlıklarımız, zıplamalarımız, her şey o kadar güzeldi ki uçup gitti, bitiverdi, ama doya doya kızımla beraber geçirebilmenin keyfi var yüreğimde, gayet mutluyum o yüzden. Özgür kızım hem düğünde arkadaşımın ailesinin evinde, hem de Bodrum'da "free" takılmayı tercih edip gezindi durdu bir başına ki, bu yaşlarda normal mi bilemiyorum çünkü artık kendisi yemeye başladı, benden kabul etmiyor, ancak çok aç ise kabul, aksi takdirde kendisi yiyecek, çatal ve kaşık ile, bıçağı kullanarak etleri kesmeye çalışıyor ama biz henüz erken bulduğumuzda bıçakları olabildiğince uzaklaştırıyoruz :D
En sevdiğimiz oyunumuz, bana "anneee" diyerek seslenmesi, ben de "efendim bir tanem" diyorum, hıh diyerek gülüyor ve gözlerimin içine bakarak tekrar "anneee" ben de "efendim canım", "efendim aşkım", "efendim pamuk prensesim" böyle böyle uzuuuunca karşılıklı sesleniyoruz. Bir de evin içinde saklambaç ya da yakalamaca oyunumuz var, o da süper, bol kalori harcamam iyi ama bu velet bu boyda bu enerji ve hızı nereden alıyor çok merak ediyorum...
P.S.:Fotolarımızın devamı var.